Ateizm

Genel anlamda teizmin temel iddialarını kabul etmemeyi ve teizmin temel yaklaşımlarına karşı olmayı ifade eden ateizm, Tanrı’nın var olmadığı inancına dayanan felsefi akımdır. Özel anlamda ise Tanrı’nın varlığını kabul etmemeyi, reddetmeyi içerir. Kabul etmemesine rağmen Tanrı düşüncesiyle ve dindarlarla mücadeleye girmeyen ateistlere negatif ateist, Tanrı düşüncesine savaş ilan eden, Tanrı’ya inanmadığı gibi, inananlarla mücadeleye girerek Tanrı’nın yokluğunu ispatlamaya çalışan ateistlere de pozitif ateist denir.

Teizm: Var olan, her şeyin yaratıcısı olan bir Tanrı’nın varlığını kabul etme, Tanrı’nın mutlak ilmine ve
gücüne inanma, Tanrı’nın aynı zamanda ilmiyle, iradesiyle, kudretiyle varlıklar üzerinde tasarrufu olduğunu, vahiy göndererek insanlarla iletişime geçtiğini, âleme ve insana daima müdahil olduğunu benimseme.
Teorik ateizm: Tanrı’nın varlığını dışlayan, teizmin ortaya koymaya çalıştığı ontolojik, kozmolojik, teleolojik, psikolojik, ahlaki delilleri reddeden ve ispat-ı vacip konusunda dile getirilen delilleri karşıt deliller
getirerek çürütmeye çalışan yaklaşım.
Pratik ateizm: Kişinin hayatını Tanrı konusunu hiç gündemine almadan sürdürmesi, Tanrı sanki yokmuş
gibi yaşaması

İslam’ın Ateizme Bakışı İnsanlık tarihinde Tanrı’ya inanma ve dinleri kabul etme düşüncesi asıldır. Yani insanlar tarihin bütün zaman dilimlerinde bir yaratıcının varlığına inanmışlar ve bu inancı taşıyan insanların sayısı her zaman çok olmuştur. 19. ve 20. yüzyılları dışarıda tutacak olursak insanlık tarihinde hiçbir zaman kitleselleşme durumu olmayan ateizm, arızi bir durum olarak, geçmişte sınırlı sayıda insanı etkisi altına alabilmiştir.

İslam dünyasında da az sayıda insanın bu düşünceye kapıldığı bilinmektedir. Sözlükte “meyledip yönelmek, gerçekten sapmak, emredileni yerine getirmemek, kuşku duymak, mücadele ve münakaşa etmek” gibi anlamlara gelen ilhad, “Allah’ın varlığı veya birliğini, dinin temel hükümlerini inkâr etmek, bunlar hakkında kuşku beslemek veya uyandırmak, dinî kuralları hafife almak” manasında kullanılır. Allah’ın (c.c) isimlerini tahrif ve tağyir ederek O’nu inkâra kalkışmak, Kur’ân’ın Allah (c.c) tarafından gönderildiğine inanmamak ve onu başka birine nispet etmek, haktan sapmak, ayetleri yalanlamak, sapıkça tevil ve tahrif etmek” gibi manalarda da kullanılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın (c.c) varlığından ziyade birliği meselesine dikkat çekilmiştir. Çünkü Allah’ın (c.c) varlığı
insanların zaten kabul ettiği, fıtraten kabule eğilimli oldukları tabii bir yöneliş şeklinde sunulmakta, hatta bu konuda şüpheye yer olmadığına dikkat çekilmektedir. Bu sebeple ateizm büyük bir problem olarak görülmemiş, insanların inanç konusunda daha çok yüz yüze geldikleri şirk problemi ele alınmıştır.,

“(Resulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
(Rum suresi, 30. ayet.)
Allah’ın varlığını kabul etmek ve O’na inanmak, tüm insanların yaratılışında olan bir duygu ve fıtri bir yöneliştir. Kur’an’da bildirildiğine göre din duygusu, Allah’a iman meselesi ve tevhide yönelme özelliği insanın yaratılışında vardır.

Ateizmin mümkün olup olmadığı öteden beri tartışılmıştır. Bazı felsefi yaklaşımlarda bir insanın ateist olabilmesinin
mümkün olmadığı, ben inanmıyorum diyenlerin bile ruhlarının derinliklerinde bir Tanrı düşüncesinin var olduğu ifade edilmiştir. Çünkü Tanrı olmaksızın varlığı, hayatı, hayatın ve canlılığın kaynağını, ruhu, mutluluğu, insanın şuurunu, iradesini, kâinattaki nizamı, dengeyi, inayeti, ikramı ve insanı insan yapan hususları, ahlakı izah etmek, anlamlandırmak mümkün değildir.

“Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette ‘Allah’tır’ derler. De ki: Öyleyse
bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar.”
(Zümer suresi, 38. ayet; ayrıca bk. Lokman suresi, 25. ayet; Zuhruf suresi, 87. ayet.)

Allah’ın (c.c) varlığını kabul etmek ve O’na inanmak, tüm insanların yaratılışında olan bir duygu ve fıtri bir yöneliştir. Kur’ân’da bildirildiğine göre din duygusu, Allah’a (c.c) iman meselesi ve tevhide yönelme özelliği insanın yaratılışında vardır.
“(Resulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.”21 Peygamber Efendimiz de bunu “Her doğan kişi fıtrat (tevhide yönelme özelliği) üzere doğar.”22 ifadesiyle dile getirmiştir.
İnsanoğlu kendi benliğinde ve dış dünyada gözlemleyebileceği pek çok delille Allah’ın (c.c) varlığını kabul eder. Hem iç dünyasında kendi vicdanıyla hem de dış dünyada sayısız işaretlerle Allah’ın (c.c) varlığına yol bulur ve inanır. Fıtratı bozulmamış tüm insanlar için Allah’ın (c.c) varlığına iman etmek hem kolaydır hem de doğal olandır. İnsan hayatında tabii olanı iman etmektir. İnançsızlık ve inkâr bir sapmadır ve aslında insanın yaratılışına da aykırıdır.
O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.

nsanlık tarihi boyunca tüm dinler ve peygamberler Allah’ın (c.c) varlığı ve birliği esasına insanları çağırmışlar, tarih boyunca da Allah’a (c.c) iman eden insanlar hep var olmuştur. Çünkü Allah’ın (c.c) varlığı kesindir ve şüphe götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla insanlığın asıl yönelişi din ve imana olagelmiştir. Ama bu hakikate rağmen farklı sebeplerle ve bahanelerle Allah’ın (c.c) varlığına inanmak istemeyenler de olmuştur. Yine de dinsizlik ve inançsızlık hiçbir zaman tüm insanların meylettiği bir şey olmamıştır. Başta kendimiz olmak üzere kâinatta var olan her şey Allah’ın (c.c) varlığının birer göstergesidir. Tüm varlıklar bizlere bir var edenin olması gerektiğini, onları yaratan bir varlığın zorunluluğu fikrini vermektedir. İnancımıza göre tüm varlıkları yoktan var eden, onları yaratan ve yaşatan, her şeyi bilen, her şeyi düzene koyan ve idare eden, yerde ve gökteki her şeyin kendisine muhtaç olduğu ama kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan bir Allah (c.c) vardır.
“Andolsun ki onlara ‘Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?’ diye sorsan, mutlaka, ‘Allah’ derler. O hâlde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?”
Varlıkların kendisi, bir yaratıcı fikrini gerektirdiği gibi, varlıklar arasında görülen nizam ve düzen de bu yaratıcının bir ve tek olmasını gerekli kılmaktadır. Bu sebeple bizler hem Allah’ın (c.c) varlığına hem de birliğine iman ederiz. İslam inancında Allah’ın (c.c) varlığı ve birliği tüm inanç sisteminin temelini oluşturur. Allah’ın (c.c) varlığına ve birliğine inanmak niçin önemlidir? Ve bize ne kazandırır? İnanmak her şeyden önce insanın yaratılışında var olan doğal bir ihtiyaçtır. İnsan nasıl ki havaya, suya, ekmeğe muhtaçtır ve bunlar olmadan hayatını devam ettiremez. Aynı şekilde inanmaya, bağlanmaya, güvenmeye, ibadet etmeye, ruhunun bu yöndeki isteklerini ve ihtiyaçlarını gidermeye de muhtaçtır. İnsan ruhunun ve kalbinin bu yöndeki ihtiyaçlarını giderebilmek ancak sağlam ve tutarlı bir Allah (c.c) inancıyla mümkün olur. İşte Allah (c.c) inancı, bu fıtri ihtiyaçları karşılamakta; öte yandan insana hem bu dünyada hem de ahirette huzur, güven ve mutluluk sağlamaktadır.

Okuma Tavsiyelerimiz

+ There are no comments

Add yours