KötülükBir akım olmamakla birlikte insanların ateizm, agnostisizm, nihilizm gibi inkârcı akımlara yönelmelerinde çok etkili olan meselelerden biri de kötülük problemidir. Türkçede kötülük problemi şeklinde ele alınan bu mesele, İslami literatürde şer kavramıyla dile getirilmiş, felsefede ise teodise kavramıyla ifade edilmiştir. Klasik kelam kaynaklarımızda kötülük problemiyle ilgili tartışmalarda hüsün ve kubuh kavramları da kullanılmıştır. Bu kavramlardan hüsün; güzel olan, sevilen ve rağbet edilen şeyleri anlatırken kullanılır. Kabih ise kötü ve çirkin görülen, sevilmeyen şeyleri nitelemek için kullanılır. Hüsün hem ahlak hem de estetik açısından göze ve gönle hoş gelen, sevilen ve beğenilen hâller ve davranışları, kubuh ise gözün beğenmediği maddi şeylerle, duygusal olarak insanı rahatsız eden hâller ve davranışları ifade etmektedir.
Kötülük problemi, özellikle günümüzde Allah’ı (c.c) inkâr etmenin güçlü bir bahanesi olarak kullanılmak istenmekte, âdeta “dünyada bu kadar kötülük olduğuna göre demek ki Tanrı yok” safsatası üzerinden ateizme kapı aralanmaya çalışılmaktadır. Özü itibarıyla mesele, Allah’ın (c.c) isim ve sıfatlarıyla ilgili bir meseledir. Pek çok meselede olduğu gibi Allah’ın (c.c) isimlerinin sıfatlarının bütünsellik içinde ve sağlam bir şekilde öğrenilmesi bu problemin de çözüme kavuşturulmasına vesile olacaktır. Bu problem felsefe tarihinde öteden beri tartışılagelmiştir. Farklı şekillerde ortaya konulsa da en yalın hâliyle şu sorular kapsamında dile getirilmektedir: Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor? Öyleyse Tanrı, her şeye gücü yeten bir varlık değil de güçsüz bir
varlıktır. Yoksa Tanrı’nın bu kötülükleri engellemeye gücü yetiyor da önlemek mi istemiyor? O hâlde Tanrı, mutlak olarak iyi olan bir varlık değil de kötü niyetli bir varlıktır. Tanrı hem güçlü ve hem de kötülüğü ortadan kaldırmak niyetinde olan yetkin bir varlık ise, nasıl oluyor da bunca kötülük var olabiliyor?
Problemin ortaya konulması aşamasında dile getirilen sorularda da görüleceği üzere mesele Allah’ın (c.c) mutlak gücü, kudreti, adaleti, merhameti, rahmeti gibi isim ve sıfatlarıyla alakalı bir meseledir. İslam inancında Allah (c.c) mutlak kudret ve adalet sahibi olan bir ilahî zattır. Kullarına karşı çok merhametli ve şefkatlidir. O hem özü itibarıyla hem de yaptıkları itibarıyla merhametlidir. Çünkü hem Rahmân’dır, hem Rahîm’dir.
İslam inancına göre yeniden diriltilme kıyamet günü ve bir defaya mahsus olarak gerçekleşecektir. Ölümden sonra tekrar dünyaya dönüş olmayacaktır.
Hüsün hem ahlak hem de estetik açısından göze ve gönle hoş gelen, sevilen ve beğenilen hâller ve davranışları, kubuh ise gözün beğenmediği maddi şeylerle, duygusal olarak insanı rahatsız eden hâller ve davranışları ifade etmektedir.
Allah (c.c) bütün varlıkları yaratandır. Allah (c.c) olmasının tabii bir neticesi olarak, dilediği gibi yaratır, yarattığı varlığın iç yüzünü, güç ve kapasitesini de bilir ve dilediği gibi hükmeder. Mülkün sahibi olan Allah (c.c), mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hiç kimse O’na hesap soramaz. Hesap sorulan birisi olsa zaten Allah (c.c) olamaz. Allah (c.c), dilediğini dilediği gibi gerçekleştirir ve yaptıkları sebebiyle hesaba çekilemez. Bu, haşa O’nun hikmetsiz iş yapması anlamına da gelmez. Çünkü O aynı zamanda her işi yerli yerinde olan bir Hakîm’dir. Kötülük problemiyle ilgili çözüm önerilerinde kesinlikle göz önünde bulundurulması gereken nokta, Allah’ın (c.c), isim ve sıfatlarıyla bir bütünsellik içinde tanınmasıdır. Allah’ı (c.c) sağlam delillerle tanıyan bir mümin kötülük problemini de kaderle
ilgili tartışmaları da büyük ölçüde çözecektir. Bu problemle ilgili tartışmalarda şurası kesinlikle unutulmamalıdır ki Allah (c.c), kullarına zerre kadar zulmetmez:
“Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir.) İyilik olursa onu katlar (kat kat arttırır), kendinden de büyük mükâfat verir.”41
“Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.”42
“Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz” diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların (bu)
dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı! Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına
zulmetmez.”43
“Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.”44
Kötülük ve şer olarak algılananların, imtihan sırrı çerçevesinde ve ahiret inancıyla birlikte değerlendirilmesi gerekir. İslam inancında hayat sadece bu dünya hayatıyla sınırlı değildir. Dünya ve ahiret birbirlerini tamamlamakta ve imtihan sırrı, hayatın bu iki evresiyle birlikte tam olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla sadece bu dünya hayatına bakarak değerlendirme yapmak ve neyin hayır neyin şer olduğu konusunda aceleci karar vermek doğru olmayacaktır. İnancı uğruna girdiği savaşta öldürülen birisi için sadece bu dünya açısından bakıldığında ve ölümle bittiği zannedilen bir hayat üzerinden değerlendirme yapıldığında ölüm, şer olarak görülecektir. Oysa ahirete ve ebedî saadete bakan yönüyle şehit olan kişi, en yüksek makamlardan birine ulaşmakta ve imrenilecek güzelliklere mazhar olmaktadır.
Ayrıca kötülükler imtihan sırrının bir gereğidir ve bu dünyada her şeyin zıddıyla bilinmesi esprisinin tabii bir sonucu olarak bu dünyada kötülükler de vardır. Kötülük olmasın demek, bu dünya olmasın demekle aynı kapıya çıkar. Çünkü bu dünya bir imkânlar dünyasıdır ve Allah (c.c) bu dünyayı, bu hâliyle mükemmel olarak yaratmıştır. Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri belirli gayeler doğrultusunda, hikmetli bir şekilde ve en güzel biçimde yaratan Allah’ın (c.c) bu yaratmasında bir kusur, bir noksanlık, bir yanlışlık söz konusu edilemez. Her şey yerli yerindedir ve merkezindedir. İnsanların iyilik, merhamet, yardım, yücelme, fedakârlık vb. erdemleri kazanabilmesi, bu dünyanın bir deneme sahası olarak hem yükselişe hem de düşüşe müsait bir durumda yaratılmasına bağlıdır. Aksi takdirde kötülüğün olmaması, bu dünyanın bir imtihan meydanı olarak yaratılması gayesiyle çelişirdi. Hastalık olmadığında sıhhatin, ölüm olmadığında hayatın anlaşılması mümkün olmazdı.
Hayatta aslolan hayırdır, şerler geçici ve arızidir. Var olan şerlerden dolayı aslolan hayrı istememek ve mevcut hâliyle her şeyi kötü görmek doğru bir yaklaşım değildir. Eli ateşte yananın ateş olmasaydı demesi, sel baskınından zarar görenin yağmur yağmasaydı demesi nasıl doğru değilse görülen bazı zararlar ve kötülükler sebebiyle bu dünyada hiç kötülük olmasaydı demek de doğru değildir. Ateş de yağmur da genel maslahatlar açısından iyidir, hayırdır, faydalıdır. Ama bazı durumlarda geçici ve arızi olarak ve bazı insanlar için kötü ve zararlı sonuçlara sebebiyet
verebilmektedir. Bu dünyadaki kötülükler dünyanın iyiliğine ve güzelliğine gölge düşürmez, tam tersine dünyanın bütünündeki iyiliğe ve güzelliğe katkı yapar. Öte yandan var olan şeylerde Allah’ın (c.c) zatına, isimlerine, sıfat ve fiillerine bakan yönüyle kötülük ve şer yoktur. Kötülük imtihan sırrının bir yansıması olarak insanlarda, insanların işlerindedir. Allah (c.c) şerri de bu imtihan sırrının, hikmetinin ve ilahî adaletinin bir gereği olarak yaratmıştır. Şeytanın yaratılması imtihan sırrı açısından bakıldığında ve Allah’a (c.c) bakan yönüyle şer değildir. İnsan için şeytanın âdeta bir kötülük kaynağı olması, şeytanın vesveselerine uymasıyla birlikte söz konusu olur. Şayet
insan heva ve hevesine tabi olmaz, şeytanın tuzaklarına meyletmezse onun varlığı kötü olmak şöyle dursun, insanın kemaline vesile olan bir araca dönüşebilir. Yine insanın bu dünya hayatına bakan yönleri itibarıyla hastalıklar, insanı Allah’a (c.c) yönelten bir hatırlatıcı, ölüm ise ebedî hayata hazırlanmayı sağlayan bir uyarıcı konumunda olabilir.
Bu imtihan âleminde şerrin bulunmaması, dünyanın ve içindeki insanın yaratılış hikmetine aykırı düşerdi. Allah (c.c), dünya hayatını bu hâliyle yaratmış ve bizleri mevcut şartlar çerçevesinde imtihana tabi tutmuştur.
“Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O ki hanginizin
daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”45
“Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”46
Allah gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri belirli gayeler doğrultusunda, hikmetli bir şekilde ve en güzel biçimde yaratmıştır.
“Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulm edilmez.”
(Câsiye suresi, 22. ayet.)
Şayet böyle olsaydı insanların özgür iradelerinden, sorumlu varlıklar olarak imtihana tabi tutulmalarından bahsedemezdik. O zaman insanların hayvanlardan ve robotlardan farkı kalmazdı. İyilik ve hayır zorlayarak değil, şuurla ve iradeli bir şekilde yapıldığında anlamlı olur. İnsanların hepsinin iman etmeye zorlanmış olması, kötülük problemi üzerinden hareket ederek “niçin hepimizi iyilik üzere yaratmamış” diyerek sorgulama ve itiraza meyleden insanların da aslında kabul edemeyeceği bir şeydir. “(Resulüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O hâlde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?”47 Allah (c.c) böyle yapsaydı asıl o zaman zorlamış olurdu ve biz o zaman iradeden, özgürlükten bahsedemezdik. Serbest iradeyle iman tercihi yapılmasaydı, imanın küfre karşı değeri olmazdı. Beşer olmak açısından ortak paydada buluşan bir müminle bir kâfir, irade ve tercih yönüyle ayrışmakta, imanı tercih eden mümin, iman nuruyla yücelerin en yücesine doğru yükselirken, küfrü tercih eden kâfir, aşağıların en aşağısına yuvarlanmaktadır.
Kötülük probleminde şu inceliğe de dikkat etmek gerekmektedir. Dünyada kötülüklerin var olmasından hareketle Allah’ı (c.c) inkâra yönelmek son derece yanlış ve hatalı bir yaklaşımdır. Çünkü şerri yaratmak şer değildir. Fakat şerri kesbetmek ve iradeli bir şekilde kötülük yapmak şerdir. Kötülükleri yapan ve sonuçta kötülüklerle karşılaşan insandır. Allah’ın (c.c) şerre yardımı ve rızası yoktur.
“Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik;
şahit olarak da Allah yeter.”48
“Hoşunuza gitmediği hâlde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir,siz bilmezsiniz.”49
Bu son ayette kötülük probleminin bir başka yönüne dikkat çekilmektedir ki aslında insan sınırlı ve zamana bağlı algısıyla neyin hayır, neyin şer olduğunu tam olarak bilemez. Bizim ilk planda şer olarak gördüğümüz bir durum zaman içinde ve özellikle kişinin gelişimine bakan yönü itibarıyla hayır olabilir ve hayırlar getirebilir. Yine ilk anda hayır olarak görülen bir durumdan zaman içinde çeşitli kötülükler doğabilir.
Dolayısıyla ilmi mutlak olan ve her şeyi öncesiyle sonrasıyla, hayrıyla şerriyle, faydasıyla ve neticesiyle tam olarak bilen, kulları için hayrı murad eden, kullarına karşı hep merhametli olan ve hiç kimseye zerre kadar zulmetmeyen bir Allah’a (c.c) inanmak, kötülük probleminin çözümünde esas alınması gereken temel noktadır.
+ There are no comments
Add yours