Allah-Âlem İlişkisi

Kur’an’da âleme ilişkin ayetlerde, özellikle onun bir düzen ve yasaya bağlı olarak işlediği belirtilir ve insanlardan bu
yasaların araştırılması talep edilir.1Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gitmesinde aklıolanlar için ibretler olduğu;2gece, gündüz, Ay ve Güneş’in Allah’ın (c.c.) ayetleri (delilleri, göstergeleri) oldukları,3 bunların da birer hikmet eseri olduğu vurgulanır. Yeryüzü ile gökyüzünün akıllara durgunluk veren yaratılışına, insanın ve diğer canlıların var edilişine dikkat çekilir;4 bitkilerden, onların çeşitlerinden, renk, tat ve kokularının değişikliğinden söz edilir. Bunların aynı toprak üzerinde, aynı ortam ve aynı şartlarda yetişmiş oldukları hâlde farklı ürünler vermeleri Allah’ın (c.c.) varlığına delil teşkil eden işaretler olduğu dile getirilir.

Âlemdeki varlıkların yaratılışı ile işleyişindeki eşsiz ahengi ve düzeni gören herkes, mükemmel bir yaratıcı fikrine ulaşabilecektir. Bu ahenk ve dengenin bozulması durumunda Allah (c.c.) dışında kimin böyle bir yaratma fiilini yeniden gerçekleştirebileceğinin düşünülmesi de Allah’a (c.c.) götüren bir yol olarak kavranabilir. Nitekim birçok ayette bu noktaya da vurgu vardır.5 Kur’an insana bu gerçekleri görebilecek idrak kabiliyetleri (basâir) verildiğini6
, insanın ön yargılı, inatçı olmaması hâlinde bunları görebileceğini söyler.7 Bütün bunlardan hareketle denilebilir ki Kur’an-ı Kerim âlemden bahsederken özellikleiki hususa vurgu yapmaktadır.

Birincisi, içinde barındırdığı her şeyle birlikte bir bütün olarak âlemin yaratılmış olduğudur ki bu da mutlaka bir Yaratıcı varlığın var olmasını gerekli kılar. İkincisi ise duyularla algılayabildiğimiz âlemin, Yaratıcı’sının varlığına ulaştıran bir vasıta olmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ buyurur ki: “İnsanlara dış dünyada ve kendi varlıklarında ayetlerimizi (varlığımızın delillerini) göstereceğiz.”8
Kelamcıların âleme bakış ve değerlendirme biçimleri de Kur’an’ın belirlediği bu çerçeveye uygundur. Onlar âlemi “Allah ve sıfatları dışında kalan her şey (küllü mâ sivallâh/mâsivâ) olarak tanımlar. Âleme “âlem” isminin verilmesini de şöyle açıklar: Âlem, deliller yani işaretler demektir. Evrendeki bütün varlıklar Allah’ın (c.c.) varlığını gösterir. Kur’an’da “…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur…”9 ayetinde belirtildiği üzere âlemdeki hiçbir varlık Allah’a (c.c.) benzemez ve her varlık yaratılmış olmaları yönüyle Allah’ın (c.c.) varlığına bir delildir.

Varlık ve madde sorunu felsefe ve kelamın ortak konusudur. Özellikle Erken Dönem Grek felsefesinde, âleme genel bir bakış vardır. Âlemin nasıl meydana geldiği sorusunun cevabı aranır. Dış dünyada görülen değişikliklerin ve dönüşümün arkasında temel bir kanun olup olmadığı, varlığı oluşturan ana maddenin ne olduğu sorusu sorulur
ve bu soruya su, ateş, hava, toprak gibi cevaplar verilir. Eski Yunan filozoflarından Demokritos ise    varlığın bölünemez en küçük yapıtaşları olan atomlardan oluştuğunu ileri sürmüştür. Varlığı sırf maddeye  dayanarak açıklamanın yetersizliğini gören Eflatun, Aristo ve İbn Sînâ gibi filozoflar ise madde dışında varlığı “ide, form, ruh ve gaye” gibi kavramları da temel alarak açıklamaya çalışmışlardır.

Kelamcılar da Kur’an’ın ısrarla vurguladığı şekliyle Allah’tan (c.c.) ayrı ve farklı, aynı zamanda O’nun yaratma fiiliyle varolan bir âlem anlayışını ortaya koymaya çalışmışlardır. Onlara göre madde; sonlu ve sınırlı olan, her biri Allah (c.c.) tarafından yaratılmış bulunan, maddenin temelini teşkil eden atomlardan (başka bir deyişle cevher veya cüz) oluşur. Bu atomlarınhareket, renk, şekil, tat, koku vb. akla gelebilecek her türlü niteliği ise araz adını alır. Arazlar devamlılığı olan nitelikler olmayıpher an Allah (c.c.) tarafından yaratılırlar. Nitelikleri olmayan bir atom vedolayısıyla madde düşünülemeyeceğinden atomlar vebunların oluşturduğu maddenin de Allah (c.c.) tarafından yaratıldığı ve varlığını sürdürmek için mutlaka Allah’a (c.c.) muhtaç olduğu ortadadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim “…O, her an bir yaratma hâlindedir…”10 ifadesiyle bu gerçeğe işaret etmektedir.

Görüldüğü üzere daha önceki kültürlerde de var olan atom teorisi kelamcılar elinde tamamen yeni bir renge büründürülmüş ve mekanik bir işleyiş fikrinden tamamen arındırılarak ısrarla yaratma olgusuna vurgu yapılmıştır. Bu durum,kelamcıların atom teorisini benimsemesinin tamamen dinî bir temele dayandığını göstermektedir. Onlar ne salt fizikçi ne de felsefecidirler. Gayeleri bir teori geliştirmek veya var olan teoriyi işleyerek farklı bir form kazandırmak değil, ulaştıkları
verilerle dinî düşünceyi pekiştirmek ve akli bir izaha kavuşturmaktır.

Okuma Tavsiyelerimiz

+ There are no comments

Add yours