İman ile amel birbirlerinden farklı olmakla birlikte, âdeta etle tırnak, ruh ile bedenin birbiriyle irtibatı gibi bağlantılıdırlar. Çeşitli sebeplerle ibadet ve ahlaki davranışlardan birisini yerine getirmeme ya da haram olan bir fiili yapma sebebiyle amelde kusur, mümini dinden çıkarmaz. Ancak imanını olgunlaştırmak imanı üstün bir dereceye yükseltmek ve böyle iman sahiplerine Allah’ın (c.c) vaat ettiği nimetlere kavuşmak için ibadet ve amel gereklidir.
İman ile amel arasında iki yönlü bir ilişkiden söz edilebilir. İmanın amele etkisi bakımından düşünüldüğünde, gerçek bir imanın, kişiyi doğru amelde bulunmaya sevk etmemesi mümkün değildir. Kalpte gizli kalmış fakat kişinin davranışları üzerinde etkisi görülmeyen, hayata yansımamış bir imanın ne kadar sağlıklı bir iman olduğu şüphelidir. Böyle bir iman, meyvesiz ağaca benzer.
Amelin imana bakan yönü açısından düşünüldüğünde ise kalpte bulunan imanın varlığını devam ettirmesi, sağlamlaşması, gücünü arttırması ve çevreye yansıması için de ibadet, amel ve ahlakın gerekli olduğu âşikardır. İnsan sadece inançla yetinir, Allah’ın (c.c) emirlerini yerine getirmez ve yasaklarını çiğnerse Allah’a (c.c) olan bağlılığı yavaş yavaş zayıflar; en sonunda yok olma noktasına gelir. Bu sebeple ibadet, amel ve ahlak hem imanı korur ve kuvvetlendirir hem de mümini iki dünyada da mutlu kılar.
Bir kişi, namaz, oruç gibi ibadetlerin farz olduğunu; içki içme, adam öldürme gibi yasaklanan fiillerin haram olduğunu kesinlikle kabul ettiği hâlde farzları yerine getirmez, yasaklardan kaçınmazsa imandan çıkmaz ama imanının olgunluğunu yitirmiş ve onu tehlikeye düşürmüş olur. Yaprakları, dalları ve budakları yok edilen bir ağaç, yine ağaçtır ama bu hâliyle her an kuruma tehlikesiyle karşı karşıyadır. İşte amelsiz imanın durumu da buna benzer. Bu sebeple “İmanı korumak, kazanmaktan zordur.” sözü meşhur olmuştur.
+ There are no comments
Add yours